Necdet Turhan'ın "Birinci Ölümcül Deneyimim" dediği 2005 Japonya Dünya Körler Maratonu'nun atletizm yaşamında özel bir yeri var. Görme engelli sporcu Beş Kıta Projesi'nin 3. maratonunu Japonya'da koşarken talihsizlikler yaşıyor, hatalar yapıyor. Bir talihsizliği ve üç hatası sonrasında sağlık değerleri dibe vuruyor. Ölümcül sınıra yaklaşıyor. Ancak 1993 yılında kaybettikleri Ağabeyi Namık Turhan adına Japonya'da koşuyor olması Ona içsel direnç, manevi motivasyon sağlıyor ve perişan bir durumda finale ulaşıyor. Necdet Turhan'ın New York Maratonu sonrası ikinci kez milli olduğu Dünya Körler Maratonu arşiv notlarından bazı bölümler şöyle;
Sürekli horlayan bir oda arkadaşım var. Uyuyamıyor, uykusuzluk çekiyorum. Böyle bir gece ardından maraton parkuruna gitmek için otelin lobisinde diğer arkadaşlarla buluşuyoruz. Başarılı maratonlara imza atmış Satılmış Atmaca kılavuzluğumu yapacak. Görme Engelliler Spor Federasyonu Başkanı Mesut Dedeoğlu ve Bülent Kimyon start çizgisinde Veli Kamber, Satılmış Atmaca ve Benim fotoğraflarımızı çekip bizleri uğurluyorlar ve Kilimanjaro tırmanışında olduğu gibi ölümcül bir deneyim yaşadığım Dünya Körler Maratonu’na coşkulu adımlarla başlıyorum.
Daha başlangıçta bir talihsizliğim bir de hatam var. Talihsizliğim oda arkadaşımın sürekli horlamasından kaynaklı uykusuzluğum, hatam ise; olası büyük tuvalet ihtiyacımı engeller düşüncesiyle iki plastik kaşık kuru kahve almış olmam. Maraton parkurunda iki hata daha yapıyorum. Yani üç hata ve bir talihsizlik Maraton bitimine doğru beni ölümcül sınıra taşıyor.
Dünyanın dört bir yanından gelmiş kör atletlerle yarışıyor olmak bende coşku yaratıyor. 42 km gibi ciddi bir etapta olduğumu unutuyorum. Zaman kaybı olur diye bazı istasyonları pas geçiyor su almıyorum. Dahası tempomu yönetemiyor, ilk 21 km’yi kapasitemi aşan bir hızla koşuyorum. Su tüketimine dikkat etmeyişim ve kapasitemi aşan bir hızla koşma çabam diğer hatalarım oluyor. Sonuç; Maratonun ikinci yarısında giderek tükenen hem de çok ciddi şekilde tükenen bir beden. 30 km ardından son 10 km de alt gövdem katılaşmış durumda. Dizlerimi olağan koşu formunda kıramıyor, yutağım kilitlendiğinden su yutamıyorum. Aramızdaki kısa bir ip koordinasyonuyla beni koşturan Satılmış Atmaca’nın istasyonlarda alıp bana verdiği suları içemiyor, başıma, omuzlarıma döküyor, ancak vücudumu yıkayabiliyorum. Alçıya bulanmış ıslak bir penguen gibiyim. Giderek daha da katılaşıyorum. Tempom iyice düşüyor, ağır, aksak sallana sallana kaskatı hale gelmiş bedenimle koşmaya çalışıyorum. Mucize kabilinden şuur kaybı yaşamıyor, kalbimin ritmimde bir olumsuzluk hissetmiyorum. Aslında bu hale gelmiş bir koşucunun yapması gereken riski daha da artırmadan ambulansa binmek. Bunu düşünmek istemiyor, inat ediyorum. Aklımdan geçirdiğim iki şey var; maratonu adına koştuğum 1993 yılında vefat etmiş ağabeyim Namık Turhan’ın atletimin içinde taşıdığım fotoğrafı ve final noktası olan stadyumun çayırları. O yemyeşil çayırlarda ağabeyimin hatırasına maraton bitirmiş olmanın mutluluğu ile upuzun yatmayı hayal ediyorum.